Doç. Dr. Ercan Alkan ile

Hadîs-i Şerif

— 4. Ders —
0:00 0:00

Paylaş:

40 İzlenme

Ders Tarihi: 21 Ocak 2023

İmam Nevevi’nin 40 Hadisi - 3. Hadis "Bünyelil İslam"
Buradan dersi dinle

أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
الْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ
وَالصَّلَاةُ وَالسَّلَامُ عَلَى رَسُولِنَا مُحَمَّدٍ وَعَلَى آلِهِ وَصَحْبِهِ أَجْمَعِينَ

رَبِّ اشْرَحْ لِي صَدْرِي وَيَسِّرْ لِي أَمْرِي وَاحْلُلْ عُقْدَةً مِنْ لِسَانِي
يَفْقَهُوا قَوْلِي وَأُفَوِّضُ أَمْرِي إِلَى اللَّهِ إِنَّ اللَّهَ بَصِيرٌ بِالْعِبَادِ

صَلُّوا عَلَى رَسُولِنَا مُحَمَّدٍ
صَلُّوا عَلَى طَبِيبِ قُلُوبِنَا مُحَمَّدٍ
صَلُّوا عَلَى شَفِيعِ ذُنُوبِنَا مُحَمَّدٍ

Bugün İmam Nevevi Hazretlerinin 40 Hadisi'nde üçüncü hadisine geldik. İlk hadis "Amel-Niyet Hadisi" idi. İkinci olarak "Cibril Hadisi"ni okumuştuk. Bugün üçüncü hadis-i şerif olarak "Cibril Hadisi"nde geçen bir meseleyi, ayrı bir hadis olarak okuyacağız. Bu hadis "Büniyelil İslam - İslam Binası" diye başlayan meşhur bir hadis-i şeriftir. İlk iki hadisin ravisi Hazreti Ömer Efendimiz idi. İmam Nevevî üçüncü hadisi de Hz. Ömer'in oğlu Abdullah'tan bir rivayetle almış. Hadisin metnini şu şekilde.

عَنْ أَبِي عَبْدِ الرَّحْمَنِ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ عُمَرَ بْنِ الْخَطَّابِ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمَا قَالَ:

 سَمِعْت رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه و سلم يَقُولُ:

" بُنِيَ الْإِسْلَامُ عَلَى خَمْسٍ: شَهَادَةِ أَنْ لَا إلَهَ إلَّا اللَّهُ وَأَنَّ مُحَمَّدًا رَسُولُ اللَّهِ، وَإِقَامِ الصَّلَاةِ، وَإِيتَاءِ الزَّكَاةِ، وَحَجِّ الْبَيْتِ، وَصَوْمِ رَمَضَانَ".

[رَوَاهُ الْبُخَارِيُّ] ، [وَمُسْلِمٌ].

Hadis İlminde -An İfadesi

"An Ebû Abdurrahman Abdullah ibni Ömer bin Hattâb radıyallahu anhümâ:" "An" ifadesinin "-den, -dan" anlamına geldiğini artık biliyoruz. Hadis senetlerinde böyle bir ifade ile başlar. "Ebû Abdurrahman", yani Abdurrahman’ın babası. Demek ki Abdullah bin Ömer’in Abdurrahman adında bir oğlu varmış. "İbn" ise oğul anlamında. İbn-i Ömer bin Hattâb, yani Ömer bin Hattâb’ın oğlu Abdullah. Burada "radıyallahu anhümâ" ifadesi geçiyor. Genelde "radıyallahu anh" ifadesi vardır. Râvî bir tane ise "radıyallahu anh" denir. Ama burada olduğu gibi râvînin babası da sahâbe-i kirâmdan olursa, meselâ Efendimiz’in amcazâdesi Abdullah ibni Abbâs’ta da aynı durum söz konusudur. Bu şekilde hem baba hem de kendisi ashâbtan olduğu için "radıyallahu anhümâ", yani "Allah her ikisinden de râzı olsun" ifadesi kullanılır. Hanımlar için ise, meselâ Hz. Âişe vâlidemiz olmuş olsaydı, bu sefer "An Âişe radıyallahu anhâ" denecekti. "Anhâ - radıyallahu anhâ" ifadesi de hanım râvî ve sahâbeler için kullanılır.

Buradan dersi dinle

"Büniyel İslâm" Hadisi

Şöyle buyurmuş Abdullah bin Ömer:

"Semî'tü Rasûlullâhi sallallahu aleyhi ve sellem yekûl."

Hz. Peygamber'in şöyle söylediğini işittim buyuruyor.

"Büniyel İslâm alâ hamsin."

İslâm beş şey üzerine tesis olunmuştur.

"Şehâdete en lâ ilâhe illallâh ve enne Muhammeden abdühû ve Rasûlühû."

Birincisi, "Lâ ilâhe illallâh, Muhammeden Rasûlullah, Muhammeden abdühû ve Rasûlühû" diyerek şehâdet getirmektir. Yani İslâm’ın temellerinin ilki şehâdet getirmektir.

"Ve ikâme's-salâti,"

İkincisi, tadil-i erkâna riayet ederek namazı kılmaktır. İkâme etmek, namazı eda etmektir.

"Ve itâ-i'z-zekâti,"

Üçüncüsü, zekâtı vermektir.

"Ve hacc-il-beyti,"

Dördüncüsü; Beytullah'ı, Kâbe'yi ziyaret etmektir.

"Ve savm-i Ramazân."

Beşincisi, Ramazan ayında oruç tutmaktır.

Buradan dersi dinle

Abdullah ibn-i Ömer (r.a.)

Şimdi diğer hadislerde olduğu gibi, hadisin râvisi hakkında biraz bilgi vererek söze başlayayım. Abdullah ibn-i Ömer, Bi’setin 3. yılında dünyaya gelmiştir. Bi’set ne demekti? Hz. Peygamber’e peygamberlik görevinin tevdi edildiği yıla "bi’set" diyoruz. Bu ne zaman oldu? 610 yılında, Ramazan ayında bir pazartesi günü.

Genelde Araplar, doğum tarihini verirken önemli olaylara atıf yaparlar. Meselâ Peygamber Efendimiz’in doğum yılı, Fil Vakası’nın yaşandığı sene olarak bilinir. Hz. Ömer’in doğum tarihi ise Fil Vakası’ndan 10 yıl sonra olarak bilinir. Abdullah bin Ömer’in doğumu da bi’setin üçüncü yılında olduğu bilinir. Hazreti Peygamber’e peygamberlik görevi 610 yılında tevdi edildiğine göre, kendisi de 613 yılında doğmuş ve 85 veya 87 yaşına kadar yaşamış, uzun ömürlü bir zât olmuştur. Mekke’de doğup, yine Mekke’de vefat etmiştir. Abdullah bin Ömer, en çok hadis rivayet eden ve en çok fetva veren 7 sahâbeden biridir.

Buradan dersi dinle

Abâdile Kavramı

Hadis ve fıkıh ilminde "Abâdile - Abdullahlar" diye bir kavram vardır. Hz. Peygamber’in ashâbı arasında "Abdullah" ismiyle 300 civarında şahıs varmış. Ancak bunlar içinde fıkıh kültürü, hadis yönü ve fetvalarıyla öne çıkan dört tanesine "Abâdile - Abdullahlar" denir. Bunlardan biri Abdullah bin Ömer’dir. Diğerleri, Hz. Peygamber’in amcazâdesi Abdullah bin Abbâs, Abdullah bin Zübeyr ve Abdullah bin Amr bin Âs'tır. Bazen Abdullah bin Mes’ûd da "Abâdile" içerisinde zikredilir. Ancak "Abâdile" dendiğinde kastedilen, dört tane "Abdullah" olup, ashâbın en önde gelen âlimleri anlamını taşır. Bu zevât-ı kirâmın ayrı bir hususiyeti var. Hatırlarsanız Abdullah bin Abbas ile alakalı geçen haftalarda bahsetmiştik, Hz. Peygamberin özel duası var.

Tasavvufî Açısından Abâdile Kavramı

Fıkıhta ve hadiste "Abâdile" kavramı olduğu gibi, tasavvufta da bir "Abâdile" kavramı vardır. Tasavvufta, Allah’ın isimlerinden birinin tecellisine mazhar olan ve o ismin özünü teşkil eden sıfat ve niteliklerle vasıflananlar, o isme nispet edilirler. Meselâ çok cömert ve verici olan bir zâta "Abdulvehhâb" denir. Veya nefsine karşı mücadelesinde başarılı olan ve mücadelesini kazananlara "Abdülkâhhâr" denir. "Abâdile" kavramıyla ilgili İbn-i Arabî Hazretleri’nin "Kitâb-ı Abâdile" isimli bir eseri vardır. Bu eserde Allah’ın 99 ismiyle ilişkilendirilen "Abdullah"lardan bahseder.

Meselâ Hz. Peygamber’in bir hadisi vardır ve orada Hz. Peygamber "Abdüddinâr ved-dirhem" diye bir tabir kullanır. Bu, dinar ve dirhem kulu olan kimse demektir. Adamın esması "dinar-dirhem" olup, sürekli bunların peşinde koşan kimseyi Hz. Peygamber lânetlemektedir. "Tays, abdüddinâr ve abdüddirhem - Allah o dinarın ve dirhemin kulu olanlara lânet etsin" buyurur. Dolayısıyla sûfîler, bu hadisten mülhem alarak Allah Teala'nın isimleriyle isimlenmeyi, o isimlerle tahakkuk etmeyi "Abadile" kavramı çerçevesinde değerlendirmişler.

Şimdi Abdullah bin Ömer'e tekrar dönersek; Abdullah bin Ömer, Hz. Peygamber’in zevcesi Hafsa Annemiz'in ana-baba bir kardeşidir. Dolayısıyla Abdullah bin Ömer aynı zamanda Peygamber Efendimiz’in kayınbiraderi olmaktadır. Babası Hz. Ömer ile birlikte Müslüman olmuş ve yine onunla birlikte Medine’ye hicret etmiştir. 13 yaşlarındayken Uhud Savaşı'na katılmak istemiştir (Bunun Bedir Savaşı olduğunu söyleyen rivayetler de vardır). Ancak Peygamber Efendimiz, yaşı küçük olduğu için ona müsaade etmemiştir. Fakat 15 yaşındayken Hendek Savaşı’na katılmıştır. Rıdvan Biatı'nda da bulunmuştur. Daha sonra Hayber, Mekke'nin Fethi ve Huneyn Gazveleri'nde yer almıştır. Hatta 669 yılında yapılan İstanbul Seferi'ne de Ebû Eyyûb el-Ensârî ile birlikte iştirak etmiştir.

Buradan dersi dinle

Müksirûn ve Mukillûn

Hadis kitaplarımızda sahâbeden hadis rivayet eden râvîler için kullanılan "Müksirûn ve Mukillûn" diye iki ifade var. Sahâbenin içerisinde 1000'in üzerinde hadis rivayet edenlere "Müksirûn" deniyor. 1000'in altında hadis rivayet edenlere ise "Mukillûn" deniyor. Hazreti Ömer Efendimiz 500 civarında hadis rivayet etmişti; o, "Mukillûn" grubuna dâhil. Ama oğlu Abdullah bin Ömer ise "Müksirûn" grubuna dâhil. Yani sahâbe içerisinde en çok hadis rivayet eden sahâbîler arasında ve hatta Ebû Hüreyre’den sonra en çok hadis rivayet eden ikinci kişi. Ebû Hüreyre Hazretleri 5300 civarında hadis rivayet etmiş. Abdullah bin Ömer ise Peygamber Efendimiz’den 2630 civarında hadis rivayet etmiş. Enes bin Mâlik 2200 civarında, Hz. Âişe Annemiz de yine 2200 civarında hadis rivayet etmiş. Abdullah bin Abbâs 1600, Câbir bin Abdullah 1500 civarında hadis rivayet etmişler. Ebû Hüreyre de 1100 civarında hadis rivayet etmiş. Sahâbenin en fazla hadis rivayet eden isimleri bunlar.

Buradan dersi dinle

Menkıbe: Allah ile Aldanmak

Abdullah bin Ömer, ilim ve takvâsıyla sahâbe arasında öne çıkan bir kimseymiş. Malî durumu da iyi, zengin de birisiymiş. Maddî durumu iyi olduğu için bazen kendisine hizmet eden kölelerin durumuna bakarak, çokça ibadet eden, ibadete düşkün kölelerini âzat edermiş. Yani çalışanlarının, tabiri caizse etrafındaki hizmetçilerin hâllerini gözlermiş. Eğer kölesi dindar bir adamsa, onu âzat edermiş.

Şimdi hazretin böyle bir âdeti olduğunu gören köleleri de, bu sefer âzat edilmek için camide görünmeye başlamışlar. Bu hâlde de Abdullah bin Ömer’in onları âzat ettiğini görenler, gelip Abdullah bin Ömer’e demişler ki: "Sen ne yapıyorsun bunlara? Bu adamların camiye, cemaate devam etmeleri Allah rızası için değil. Sen âzat edersin diye gösteriş yapıyorlar." Abdullah bin Ömer bunun üzerine "Bizi Allah ile aldatmak isteyenlere aldanmaya râzıyız" diyor. Bu ifadeyi, Necmeddin-i Dâye’nin "Mirsâdü’l-İbâd" isimli kitabında da okumuştum. O zaman da çok hoşuma gitmişti. O sıralarda çünkü "Allah ile Aldatanlar" diye kitaplar çıkıyordu.

"Bizi Allah ile aldatmak isteyenlere aldanmaya râzıyız"

Bunun benzeri Hz. Mevlânâ için de söylenmiştir. Bu, hikâye değil, gerçekleşmiş bir hâdise. Malumunuz, Hz. Şems gidiyor. Şems ile alakalı bir haber getirene Hz. Mevlânâ bir hediye veriyor. Birisi de Hz. Mevlânâ’nın bu âdetini duymuş, Hz. Mevlânâ’ya gelip "Şems’i Şam’da gördüm, sana selâmı var." diyor. Böyle deyince Hz. Mevlânâ kalkıyor, üzerindeki hırkasını veriyor. Sultan Veled müdahale ediyor. "Babacığım, aman yapma. Biz Şam’a gittik, aradık, taradık; orada yok. Bu adam menfaat için bunları söylüyor." Hz. Mevlânâ da Sultan Veled Hazretlerine "Ben de biliyorum bunun gerçek olmadığını. Bu hediyeyi yalanlarına veriyorum. Gerçek olsa canımı verirdim." diyor. Dosttan gelen yalan haber için hırka verilir diyor. Abdullah bin Ömer’in bu davranışı da bana bunları hatırlattı. Yani Allah ile aldatmak isteyenlere aldanırız diyor ve köle âzat etmeye devam ediyor.

"Bu hediyeyi yalanlarına veriyorum. Gerçek olsa canımı verirdim."
Buradan dersi dinle

Menkıbe: Rüya Görmek İsteyince

Bir enteresan anekdotla Abdullah bin Ömer faslını bitirelim. Abdullah bin Ömer’den bir rivayet var. Şöyle buyuruyor Abdullah bin Ömer: Ashâb-ı kirâm'dan biri bir rüya gördüğü zaman bunu Hz. Peygamber’e arz ederdi. Ben de buna imrenir ve içimden "Keşke ben de bir rüya görsem de Rasûlullah’a arz etsem." derdim. O sıralarda henüz çok gencim. Âdet olduğu üzere ben de mescitte geceliyordum. Nihayet bir gün emelime kavuştum. Ama rüyamda iki melek beni yakaladılar ve tuttukları gibi cehenneme götürdüler. Cehennem, kuyu duvarı gibi taşla örülmüş duvarlarla çevriliydi ve iki tane de direği vardı. İçinde Kureyş’ten tanıdığım birçok insanı gördüm. Gördüklerimden dolayı çok korktum ve "Cehennemden Allah’a sığınırım." diye bağırmaya başladığım sırada bir başka melek geldi ve bana "Korkma, bu bir rüya." dedi. Kalkıp bu rüyamı ablama (Hz. Hafsa’ya) anlattım. O da Rasûlullah’a arz etmiş. Bunun üzerine Allah’ın Rasûlü buyurmuşlar ki: "Abdullah ne iyi adam... Keşke bir de gece namazı kılsa." Abdullah bin Ömer bu sözler üzerine "O günden sonra pek az bir kısmı dışında gece namazlarını asla ihmal etmedim." diyor.

Genelde hadis metinlerinde bu rüya kısmına çok değinilmez. Daha çok gece namazlarına teşvik babında hadisin son kısmı şöhret bulmuştur. Rüya detayı fazla anlatılmaz. Abdullah bin Ömer’in bu rüyası da Hz. Peygamber tarafından bu şekilde yorumlanmış. Bu da bizim usûlümüzün Asr-ı Saadet'teki bir yansımasıdır.

Buradan dersi dinle

Hadisinin Açıklaması

Şimdi hadise dönersek, "Bünyel islâm alâ hamsin" İslâm beş esas üzerine bina edilmiştir. Bu bir benzetme tabii. Yani İslâm bir binaya benzetiliyor ve bu binanın temelleri ne olacak? Bu temeller sağlam olmalı ki, bina da onun üzerine sağlam ve estetik bir şekilde inşa edilebilsin.

Birincisi şehâdet meselesi. Geçen hafta da bu şehâdet üzerinde durmuştuk. Bazı rivayetlerde "Lâ ilâhe illallah, Muhammeden Rasûlullah" deniliyor. Bazılarında ise ifade "Muhammeden abdühû ve Rasûlühû" şeklindedir. İsmail Hakkı Bursevî Hazretleri bu noktaya dikkat çekiyor.

Buradan dersi dinle

Yani "abdühû ve Rasûlühû" vurgusunu önemsiyor. Yani Hz. Peygamber’in öncelikle kul oluşu, abdiyeti, ardından risâleti meselesi var... Ve bunun vurgulanması gerektiğini söylüyor.

Bursevî Hazretleri’nden teberrüken okuyalım. Diyor ki Bursevî Hazretleri: "İbdâü bi’l-ubudiyyet ve sünnü bi’l-risâle."  Yani önce kulluğu belirtin, "abdühû" deyin, ardından da risâleti, yani "rasûlühû" deyin buyuruyor. Yani "Onun kulu ve elçisi deyiniz." diyor. "Abdühû" lafzının öne alınması, şeref-i ubûdiyete (kulluğun şerefine) delâlet eder diyor. Zira ubûdiyetle halktan Hakk’a teveccüh vardır. Ubûdiyet nedir? Halktan, yaratılmışlardan Hakk’a yönelmek. Risâlet ise Hakk’tan halka dönük bir tasarruftur. Canib-i velâyet xxxx diyor... Yani burada Bursevî Hazretleri Hz. Peygamber’in velâyet yönünü, abdiyetiyle bağdaştırıyor ve bu nübüvvet yönünden daha efdaldir diyor. Bu nedenle, onun velâyetini vurgulamak için abdiyetini öncelemek ve bunu söylemek gerektiğini ifade ediyor. Nitekim Kur’ân-ı Kerim’de de Mi’râc hâdisesinin anlatıldığı âyetlerde "Sübhanellezî esrâ bi abdihî" (Kulunu yürüttü) ifadesi yer alır. Bursevî Hazretleri burada "Leyle-i Mi’râc’ta Cenâb-ı nübüvvet ibtidâ-i duhûl-i hazrette 'Enel abdû lâ ilâhe illallâh' demiştir." Yani Mi’râc Gecesi Allah ile mülâki olduğu zaman Efendimiz, "Ben kulum, Allah’tan başka ilâh yoktur." diyerek kulluk niteliğini göstermiştir.

Buradan dersi dinle

Namazı İkame Etmek

Ardından "ikâmesi salât" yani "namazın ikamesi" meselesi var. Bu konuyu da Bursevî Hazretleri, "Namaza zâhir ve bâtın şartlarıyla kıvam vermek ve tadil eylemektir." diyerek açıklıyor. "Namazı ikâme etmek, namazın zâhirî ve bâtınî şartlarını gözeterek kılmaktır." diyor. Ardından şöyle bir ifade geliyor: "Zira terk-i salât (namazın terki), dıyık-ı maişete (maişet darlığına) sebep olur." Yani, namazı terk eden kişi maişet darlığı çeker. Aynı şekilde, terk-i tadil (namazı tadil-i erkân üzere kılmayı terk etmek —örneğin namazı hızlı hızlı kılmak) için de aynı durum geçerlidir.

"Namazı ikâme etmek, namazın zâhirî ve bâtınî şartlarını gözeterek kılmaktır."

Bursevî Hazretleri "maişeti" yani "rızkı" sadece para kazanmak olarak değil, iki yönüyle değerlendiriyor. Zira maişet —rızık, maddî (sûrî) veya manevî olabilir. Dolayısıyla meseleyi sadece maddî boyuta indirgeyerek, "Bir namazın tadil-i erkânına riayet etmedik, ama maddî kazancımızda eksilme olmadı." şeklinde bakmamak lazımdır. Çünkü kazanılan veya kaybedilen manevî rızkı fark edemeyebiliriz.

Buradan dersi dinle

Namaz Hakkında Bazı Hadis-i Şerifler

Namaz, İmanın Alâmetidir

Namazın önemini zaten biliyoruz da, hadisleri de burada hatırlayalım diye namaz ile alakalı bazı hadis-i şerifleri seçmiştim.

لِكُلِّ شَيْءٍ عَلَامَةٌ، وَعَلَامَةُ الْإِيمَانِ الصَّلَاةُ

Birinci seçtiğim hadis: "Likulli şey'in alemun ve alemül-îmân es-salâtu. - Her şeyin bir göstergesi, bir delili vardır; imanın da delili namazdır." buyuruyor Hz. Peygamber.

Kıyamet Günü İlk Sorulacak

إِنَّ أَوَّلَ مَا يُحَاسَبُ بِهِ الْعَبْدُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ مِنْ عَمَلِهِ صَلَاتُهُ، فَإِنْ صَلُحَتْ فَقَدْ أَفْلَحَ وَأَنْجَحَ، وَإِنْ فَسَدَتْ فَقَدْ خَابَ وَخَسِرَ.

Bir başka hadis-i şerifte Hz. Peygamber: "İnne evvele mâ yuhâsebü bihil-abdu yevmel-kıyâmeti min amelihi salâtuhû." Yani kıyamet günü kulun amelinden ilk hesaba çekileceği şey namazıdır. Hadisin devamında: "Fe in saluhat, fe kad eflaha ve encehâ." Yani namazı düzgünse, o kimse kurtuluşa erer. "Ve in fesedet, fe kad hâbe ve hasira." Yani namazı düzgün değilse, hüsrana uğrar ve kaybedenlerden olur.

Namazı Terk Eden...

مَنْ تَرَكَ الصَّلَاةَ لَقِيَ اللَّهَ وَهُوَ عَلَيْهِ غَضْبَانُ

Bir diğer terhib derecesi yüksek hadiste şu: "Men tereke’s-salâte..." kim ki namazı terk ederse "...lakiyallâhe" Allah ile karşılaşır, Allah ile mülâki olur. Ne şekilde mülaki olur? "...ve huve aleyhi gadbân." Yani Allah ile mülaki olur. Ama o mülaki oluş, Allah'ın üzerindeki gazap sıfatıyla mülaki olur. Dolayısıyla Allah muhafaza eylesin. Allah'ın gazap sıfatı ile karşı karşıya kalmamak için namazı terk etmemek gerekiyor.

Buradan dersi dinle

Zekatın Verilmesi

İkincisi, "itâü’z-zekât" yani zekâtın verilmesidir. Bursevî Hazretleri şöyle der: "Genel itibarıyla zekât, sadaka nevinden olan şeyler taharet-i nefse yani nefsin temizliğine sebeptir." Bunun böyle olduğunu hadis-i şeriflerde de görmekteyiz. Devamında Bursevî Hazretleri: "Gerektir ki zekât ile iktifâ etmeyip sadaka-i nâfileye dahi rağbet eyle." der. Yani "infak" daha geniş bir kavramdır. İnfak, vermek demektir. Bunun altında zorunlu olan, vâcip ve farz olan zekât vardır. Zekât, maddî durumu elverenler için farz olan bir görevdir. Bir de nafile sadaka vardır ki, buna da rağbet etmek gerekir. Bursevî Hazretleri burada yine tasavvufî bir bağlamda şöyle der: "Zenginlerin infakı, malı cepten çıkarmakla olur; fukarânın infakı ise ağyârı kalpten çıkarmakla olur." Yani gönülden Allah dışında her nesneyi çıkarmakla infak gerçekleşir. Bu ise infak-ı küllîdir ve sıddîkî sıfattır. Bu sıfat tam anlamıyla kimde tahakkuk etmiştir? Hz. Ebû Bekir Efendimiz’de. Hz. Peygamber kendisine: "Ehline ne bıraktın?" diye sorduğunda, Hz. Ebû Bekir Efendimiz, "Allah ve Rasûlü’nü bıraktım." buyurur.

Ehline ne bıraktın? Allah ve Rasûlü’nü bıraktım.
Buradan dersi dinle

Mal, Zekât ile Korunur

حَصِّنُوا أَمْوَالَكُمْ بِالزَّكَاةِ، وَدَاوُوا مَرْضَاكُمْ بِالصَّدَقَةِ، وَأَعِدُّوا لِلْبَلَاءِ الدُّعَاءَ

Zekât ile ilgili bir hadis-i şerif şöyledir: "Hassînû emvâleküm bi’z-zekât ve dâvû merdâküm bi’s-sadaka." Yani, "Mallarınızı zekât ile koruyun, hastalarınızı sadaka ile tedavi edin." Mallarımızı nasıl koruyacağız? Zekât ile. Hastalıklardan nasıl korunacağız? Sadaka ile. "Ve aiddû li’l-belâi’d-duâ." Yani "...belalara karşı da duâ ile hazırlıklı olun."

Buradan dersi dinle

Hacc'ın Mahiyeti

حُجُّوا فَإِنَّ الْحَجَّ يَغْسِلُ الذُّنُوبَ كَمَا يَغْسِلُ الْمَاءُ الدَّنَسَ

Burada Hac hakkında da bir hadis-i şerif'i okuyup, sonra Bursevî Hazretleri'nin yorumuna geçeyim. Hadis-i Şerif'te Peygamberimiz şöyle buyuruyor "Huccû fe inne’l-hacce yağsilu’z-zünûbe..."  Yani "Hacc edin; zira hacc, günahları temizler..." Ne gibi? "...kemâ yağsilu’l-mâu’d-denes." Suyun kiri temizlediği gibi. Bursevî Hazretleri Kâbe'den, Beyt-i Mamur'dan hareketle bir yorum yapıyor, "Kâbe, Allah Teâlâ’nın dar-ı ziyâfesidir." Yani Kâbe, Allah Teala'nın misafirlerini ağırladığı evidir. "İbrâhim el-Halîl de münâdîdir." Yani Hz. İbrahim'de Allah'ın ziyafet sofrasının davetçisidir. Hüccac da, hacılar da daifullahtır, Allah Teala'nın misafirleridir. Hacda bir rahmet sofrası kurulur ve hüccac da o sofra üzerine otururlar buyuruluyor.

يُنْزِلُ اللَّهُ عَلَى الْبَيْتِ كُلَّ يَوْمٍ وَلَيْلَةٍ عِشْرِينَ وَمِائَةَ رَحْمَةٍ، سِتُّونَ لِلطَّائِفِينَ، وَأَرْبَعُونَ لِلْمُصَلِّينَ، وَعِشْرُونَ لِلنَّاظِرِينَ

Hadis-i Şerifte şöyle bir rivayet geliyor. "Beher yevm (hergün) Beytullah'a 120 rahmet nüzul eder. Bu rahmetin 60'ı taiflere (tavaf edenlere), 40'ı musallilere (namaz kılanlara), 20'si de vech-i Kabe'ye nazır olanlara (oturup Kabe'nin vechini seyredenlere) iner.

Şimdi Bursevi Hazretleri bunu Kabe, gönül, Beytullah, insan-ı kamil ile bağlayarak tasavvufi bir yorum yapıyor. Diyor ki Bursevi Hazretleri: "Pes Kabe'ye nazar da bu şeref olacak, i̇nsan-ı kamil yüzüne nazar da ne kadar rahmet olmak gerek nazar olur" diyor. Yani insan-ı kamilin, mürşid-i kamilin nazarına bakmakta artık nasıl bir rahmet olur siz düşünün diyor Bursevi Hazretleri.

Buradan dersi dinle

Ramazan Orucu

مَنْ صَامَ رَمَضَانَ إِيمَانًا وَاحْتِسَابًا غُفِرَ لَهُ مَا تَقَدَّمَ مِنْ ذَنْبِهِ

Oruçla alakalı bildiğimiz bir hadis-i şerifi okuyayım. "Men sâme ramadânen îmânen vehtisâben ğufire lehû mâ tekaddeme min zenbihî." Yani "Kim Ramazan Ayı'nda mükafatını Allah'tan bekleyerek oruç tutarsa, geçmiş bütün günahları Allah Teala tarafından bağışlanır" buyuruluyor.


Buradan dersi dinle

Üç Aylar

Önümüz malum Üç Aylar. Onun fazileti ile ilgili de birkaç hadis-i şerif okuyacağım. Dersi bir de İrşad'taki ilgili bölümlerden okuyarak bitirmeye çalışacağım.

İlk olarak Receb Ayı, Hicrî yıl içerisinde yedinci aya tekabül ediyor. Kelime anlamı, saygı duymak, tazim göstermek anlamına gelir. Büyüklerimizden duyduğumuz bu aya Receb-i Fert denir. Receb-i Fert denilmesinin nedeni, Haram Aylar dört tanedir; Zilkade, Zilhicce, Muharrem ve Receb. Bu ayların ilk üçü peşpeşe geldiği için bunlara serd, dördüncüsü Receb Ayı diğerlerinden ayrı, tek başına olduğu için ona da Receb-i Ferd deniliyor. Receb Ayı'nın ilk Cuma gecesi "Regaib Gecesi", 27'nci gecesi de "Mirac Gecesi". Dolayısıyla bu ayda iki tane mübarek gece var.

Üç Aylar Duası

كَانَ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ إِذَا دَخَلَ رَجَبٌ قَالَ:
اَللَّهُمَّ بَارِكْ لَنَا فِي رَجَبَ وَشَعْبَانَ وَبَلِّغْنَا رَمَضَانَ

Üç Aylar'la ilgili hep duyduğumuz bir dua vardır. O duayı hadisden okuyayım size. Bu hadisin ravisi Enes bin Malik. "Kâne Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem izâ dehale Receb kâl:" Yani Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, Receb Ayı girdiği zaman şöyle dua ederdi: "Allâhumme bârik lenâ fî Recebe ve Şa'bân ve bellignâ Ramazân. - Ey Allah’ım, Receb ve Şa'bân aylarını bizim hakkımızda hayırlı kıl ve bizleri Ramazan-ı Şerif'e eriştir. Bizler de Receb Ayı'nın girmesiyle bu duayı sıkça yapalım.

Buradan dersi dinle

Ramazan Ayı'ndan Sonra En Çok Oruç Tutulan Ay

عن أبي هريرة رضي الله عنه قال:

إِنَّ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ لَمْ يَصُمْ بَعْدَ رَمَضَانَ إِلَّا رَجَبَ وَشَعْبَانَ

Bu ay ile ilgili Ebû Hüreyre’den bir rivayet var. O rivayette şu söyleniyor: "An Ebî Hüreyrete radıyallâhu anh." Ebû Hüreyre radıyallâhu anh şöyle söylemiş: "İnne Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem lem yesum ba’de Ramazâne illâ Recebe ve Şa’bân." Yani, Peygamber Efendimiz, Ramazan dışında en çok Receb ve Şa’bân aylarında oruç tutardı. Ramazan orucu zaten farzdır; onun dışında ise Peygamber Efendimiz en çok bu iki ayda oruç tutardı. Yani nâfile oruçlar bağlamında Receb ve Şa’bân ayları öne çıkmaktadır.

Buradan dersi dinle

Kavlî, Fiilî ve Takrîrî Sünnet

Hadis usûlünde bahsettiğimiz üzere, sünnetin çeşitleri vardır: Kavlî, fiilî ve takrîrî sünnet. Kavlî sünnet, Hz. Peygamber’in fem-i saadetlerinden (kutlu ağzından) çıkan her türlü sözel ifadeyi kapsar. Meselâ, yukarıda okuduğumuz Üç Aylar duası bir kavlî sünnet örneğidir. Ebû Hüreyre’den gelen bu rivayet ise Hz. Peygamber’in bir fiilini anlatır ve hadis kapsamında değerlendirilir. Yani, Hz. Peygamber’in bir amelini veya davranışını bildiren bu tür hadisler "fiilî sünnet"e örnektir. Ayrıca, bir de "takrîrî sünnet" vardır; bu durumda Hz. Peygamber, sahâbîlerden birini bir şey yaparken görür ve buna onay verirse, bu da takrîrî sünnet olur. Bu üçü de sünnet kapsamına girer.

Buradan dersi dinle

Receb Ayı'nda Tutulan Oruç

صَوْمُ أَوَّلِ يَوْمٍ مِنْ رَجَبٍ كَفَّارَةُ سَنَةٍ، وَصَوْمُ الْيَوْمِ الثَّانِي كَفَّارَةُ سَنَتَيْنِ، وَصَوْمُ الْيَوْمِ الثَّالِثِ كَفَّارَةُ ثَلَاثِ سَنَوَاتٍ، وَصَوْمُ كُلِّ يَوْمٍ بَعْدَ ذَلِكَ كَفَّارَةُ شَهْرٍ

3. Hadis-i Şerif, "An İbni Abbâs radıyallâhu anhümâ..." İbn-i Abbâs radıyallâhu anhümâ, Abdullah ibni Abbâs'dan, Hz. Peygamber'in amcazâdesinden rivayet edilmiş. "An Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem" Hz. Peygamber şöyle buyurmuşlar. "Savmu evveli yevmin min Receb..." Yani Receb Ayı'nın ilk gününün oruç tutmak, "...keffâretu senetin" yani üç senelik oruç tutmak gibidir. "...Ve’s-sânî, keffâretu seneteyn." yani ikinci günü iki yıllık oruç gibi "Ve’s-sâlis, keffâretu senetin." üçüncü günü de bir yıllık oruç gibi. Yani Receb Ayı'nın ilk günü tutulan oruç sair zamanlarda tutulan 3 yıllık, ikinci günü iki yıllık, üçüncü günde bir yıllık oruç gibidir. Bu günlerde oruç tutmak, geçmiş günahların bağışlanmasına vesile olur.

Buradan dersi dinle

İrşâd’dan: Receb Ayı'nın Fazileti

Muzaffer Efendi’nin "İrşâd" isimli eserinden Receb ayı ile ilgili bazı ifadeleri okuyarak bitirelim. Bu ifadeler oldukça anlamlıdır. Hazreti Fahr-i Âlem sallallâhu aleyhi ve sellem’in muhterem ve sevgili torunu Hz. Hasan’dan bir rivayet vardır: Hazreti Hasan Efendimiz'in rivayeti öncesi Hz. Ali'yi zikrederken Muzaffer Efendi şöyle Hz. Ali'yi şu şekilde anıyor: "Ve Haydar-ı Kerrar, Sâkî-i Kevser, Fâtih-i Hayber, Esedullâh-il Gâlip. Ali İbn-i Ebî Tâlib..."

Haydar-ı Kerrâr Ne Demek?

"Haydar-ı Kerrâr" tabirini çok duymuşuzdur. Ne demektir Haydar-ı Kerrâr? "Haydar", erkek aslan demektir. "Haydar-ı Kerrâr" ise, belgesellerde görmüşsünüzdür, bir ceylan topluluğunun içerisine bir aslan girer. O aslan girer çıkar. Sonra bir daha dalar aralarına. İşte o aslana Haydar-ı Kerrâr denir. Cengâverliği dolayısıyla Hz. Ali'ye Peygamber Efendimiz tarafından "Haydar-ı Kerrâr" unvanı verilmiştir. "Kerrâr", çok tekrar eden demektir. Haydar-ı Kerrâr ise işte o ceylan sürüsünün içerisine girip çıkan, sonra tekrar girip çıkan aslana gibi, Hz. Ali'de Hayber Fethi'nde müşriklerin arasına dalıp çıkmış ve cesareti ile tanındığından, Hz. Peygamber kendisini "Haydar-ı Kerrâr" olarak nitelendiriyor. Ayrıca, Hz. Peygamber ona "Esedullâh-il Gâlib" yani "Allah’ın galip gelen aslanı" unvanını da vermiştir.

Buradan dersi dinle

Fahri Alemin Övüncü

أَنَا سَيِّدُ وَلَدِ آدَمَ وَلَا فَخْرَ

Hz. Ali'nin mahdumu mükerremleri, Hz. Ali'nin oğlu Hz. Hasan radıyallahu anh, Fahr-i Alem olan dedesinden şöyle rivayet ediyor. Efendimiz "Ene seyyidu veledi Âdem lâ fahre." yani, "Övünmek için söylemiyorum ama ben Âdemoğullarının efendisiyim." diye buyuruyor.

الفقرُ فخري

Ama sonrasında övündüğü de bir hadis var Efendimizin. "El-Fakre fahrî" yani "Fakirlik benim iftiharımdır." buyuruyor Hazret-i Peygamber. Sufiler genelde fahr-î alem meselesini ele alırkenbu iki rivayeti birlikte değerlendirirler.

Buradan dersi dinle

4 Mübarek Gece

إِنَّ لِلَّهِ فِي السَّنَةِ أَرْبَعَ لَيَالٍ تَهْطُلُ فِيهَا الرَّحْمَةُ هَطُولًا، لَيْلَةَ الْعِيدِ الأَضْحَى وَلَيْلَةَ الْفِطْرِ وَلَيْلَةَ النِّصْفِ مِنْ شَعْبَانَ وَلَيْلَةَ أَوَّلِ رَجَبٍ

"İnne lillâhi fî’s-seneti erba’a leyalin teh’tulu fîhâ’r-rahmetu hatûlen, leyletel-îdi’l-edhâ ve leyletel-fıtr ve leyleten-nısfi min Şa'bân ve leyleten evvele Receb."

Hz. Hasan Efendimiz Hz. Peygamber'den şöyle rivayet etmiş: "Senede dört gece vardır ki, o gecelerde Cenab-ı Hakk'ın rahmeti; mağfireti, keremi, ihsanı, lûtfu cihana yağmurlar gibi yağmaktadır. Ta ki bu gecelerin kıymetini bilenler ve bilecekler için. Bu geceler şunlardır: Birincisi, Receb-i Şerif'in birinci gecesi. İkincisi Şaban-ı Şerif'in on beşinci gecesi olan Berat Gecesi. Üçüncüsü Ramazan Bayramı gecesi. Dördüncüsü de Kurban Bayramı gecesi."

Buradan dersi dinle

Receb Ayı’nda Oruç Tutmanın Fazileti

Burada Muzaffer Efendi Hazretleri, Hz. Peygamber ile ashabtan Suban isimli bir zat ile arasında geçen bir hadiseyi naklediyor. Suban Hazretleri diyor ki: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile beraber gidiyorduk. Yolumuz bir kabristana uğradı. Efendimiz kabristanın önünde durup ağlamaya başladılar. Gözlerinden dökülen yaşlar göğsünü ıslatıyordu. Yanına yaklaşıp. "Ya Rasûlallah! Anam, babam, nefsim sana feda olsun. Niçin ağlıyorsunuz? Vahiy mi nazil oldu?" diye sordum. Hz. Peygamber şöyle karşılık verdi: "Ya Suban, burada yatanlar azab-ı kabre düçar olmuşlar, onların haline ağlıyorum. Eğer bunlar Receb Ayı'nın günlerinden bir günü oruçlu olup, gecesinde de Allah'a ibadet etmiş olsalardı, bu azabı görmezlerdi".

Buradan dersi dinle

Yine Rasûlullah sallallahu aleyhi sellem'den şöyle rivayet edildi: "Bir kimse Receb ayının ilk gecesini ibadet ile ihya buyurursa, kalpler öldüğü vakit o kimsenin kalbi ölmez. Allah o kulunu rahmetine garkeder de anasından doğduğu gün nasıl günahsız ise öylece günahlardan temizler. O gecenin rahmetinden cehenneme girmesi lazım olan yetmiş kişiye şefaat etme izni kendisine verilir" buyruluyor.

Buradan dersi dinle

Allah'ın Ayı

Bir başka Hadis-i Şerifte Hz. Peygamber şöyle buyuruyorlar: "Ümmetim! Dikkat edin, Şehrullah'ı (Receb ayını) ganimet bilin. Allah'ın ayı Receb. Hz. Peygamber'in ayı Şaban. Ümmet-i Muhammed'in ayı Ramazan Ayı'dır. Receb Ayı'nı ganimet bilin. Receb ayı muhakkak Şehrullah'tır. Yani Allah'ın Ayı'dır. Bir kimse sevabını Allah'tan ümit ederek bir gün oruç tutsa, o kula cennet vacip olur. İki gün oruç tutsa, o kulun Allah indindeki mevkiini sema ve arz ve dünya ehli vakfetmekten acizdirler. Eğer üç gün oruç tutsa, dünya belalarından ve ahiret azabından, cünun, cüzzam, baraz illetine uğramaktan ve kötü kişilerin fitnesine uğramaktan emin olur."

Buradan dersi dinle

Receb Ayı'nda Tutulan Oruç

Bir kimse Receb Ayı'nda yedi günü oruç tutsa, cehennemin yedi kapısı bu kişi için kapanır. 8 gün Allah rızası için oruç tutarsa, 8 Cennetin kapısı da onun için açılır. Cehennemin 7 tane, cennetin 8 kapısı vardır ve bunun böyle oluşu Allah'ın rahmetinin, gazabını geçtiğine bir delildir. 10 gün oruç tutarsa Allah'tan ne isterse isteği verilir. 15 gün oruç tutarsa geçmiş günahları af olduğu gibi günahları hasenata tebdil olur, İyiliklere tebdil olur. Kim ki 15 günden ziyade oruç tutarsa, Allah onun ecrini ziyade kılar. Dolayısıyla Receb Ayında. Olabildiğince oruçlu geçirmek gerektiğini Efendimiz tavsiye buyuruyorlar.

Buradan dersi dinle

Cennetteki Nehir

Son bir rivayeti de okuyarak dersimizi nihayete erdirelim. Miraç Gecesi'nde gerçekleşen bir hadise. Şöyle oluyor... Miraç Gecesi Rasûlullah Efendimiz "Cennette bir nehir gördüm. Suyu baldan tatlı; soğukluğu kardan ziyade, kokusu ise miskten daha a'la idi. Cebrail Aleyhisselam'a sordum: "Bu nehirden kimler içer?" Cebrail aleyhisselam da bana dedi ki "Bu nehrin ismi Receb'tir. Senin ümmetinden bir kimse Receb ayında oruç tutsa, sana salat etse, salavat etse, Allahümme salli ala seyyidina Muhammed dese, Allah subhanehu ve teala bu nehirden o kula ikrâm edecektir.

Sonra Hz. Aşkî şöyle buyuruyor ki "Bu nehirden içmek isteyen aşık! Şehrullah olan Receb'te oruç tut ve Resûl-i Kibriyâ, Şefî-i Rûz-i Cezâ salavat ver!" Allahümme salli ala Muhammedin ve ala al-i Muhammedin ve sahbihi ve sellim.

Şehrullah olan Receb'te oruç tut ve Resûl-i Kibriyâ, Şefî-i Rûz-i Cezâya salavat ver!

Allahümme salli ala Muhammedin ve ala al-i Muhammedin ve sahbihi ve sellim

Dâvâna ân’il-hamdü lillâhi rabb’il-âlemîn.

Söz 'Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamdolsun' ile sona erer.